top of page

Acerca de

kk.png

Kaynak Dağılımında Etkinlik Misyonu

​

Geleneksel kodlu Neoklasik paradigmaya göre, vergi teorisinin temeli “Ä°kinci En Ä°yi Teorisi”ne dayanır. Birinci en iyi dağılım bozulmuÅŸsa (nispi fiyatların bozulduÄŸu bir sektörde) yeni vergiler etkinliÄŸi saÄŸlayacak ÅŸekilde dizayn edilebilirler. Buna “Ä°kinci En Ä°yi Teorisi” denir. EÄŸer birinci en iyi dağılım bozulmuÅŸsa, ikinci en iyinin elde edilmesi için yeni fiyatları marjinal maliyetten ayrıştıran yeni vergiler konulması gerekebilir. Ä°kinci En Ä°yi Teorisi’ne göre, birinci en iyi dağılım yoksa, ikinci en iyi dağılımın elde edilmesi yeni vergiler ihdas edilmesiyle saÄŸlanabilir. Burada toplumda uzlaÅŸma saÄŸlanmalıdır. Üretici ve tüketimin bileÅŸimini deÄŸiÅŸtirmek için toplumsal etkinliÄŸi saÄŸlamak ve geliri yeniden bölüÅŸtürmek bu yolla saÄŸlanabilir.

​

Birinci Temel Teorem, fiyatların marjinal maliyete eÅŸit olduÄŸu durumda Pareto-etkinlik saÄŸlanacağını söyler. Bir mal vergilendirildiÄŸinde marjinal maliyetin üzerine bir ek maliyetin yüklenmesine neden olur. Fiyatlar marjinal maliyetin üzerinde olacağından Birinci Temel Teorem’e göre, vergi ihdas etmek etkinlik bozucudur. Halbuki Ä°kinci En Ä°yi Teori, bir vergi ihdasının sadece tek bir sektörde deÄŸil, bütün sektörlerde etkileri olduÄŸunu, bazen bir vergi ihdasının, mevcut vergiler nedeniyle var olan etkinlik kaybını azaltacağını ileri sürer. 

​

Ancak Ä°kinci En Ä°yi Teorisi, eksik üretim ve aşırı kar biçiminde bir piyasa baÅŸarısızlığı söz konusuysa, böyle bir durumdaki sektörlere yapılacak bir seçici kamusal müdahalenin (fiyatı azaltmak ve talebi arttırmaya yönelik vergi indirimine gitmek gibi) kaynak tahsisini etkin hale getirmeyeceÄŸini ileri sürer. Böyle bir durumda, Birinci En Ä°yi Teori çalışmaz. Kamusal müdahalede bulunulan sektörde istenen deÄŸiÅŸim meydana gelmez veyahut az deÄŸiÅŸim ortaya çıkar ve diÄŸer sektörlerde etkinlik kaybını azaltıcı sonuçlar ortaya çıkmaz. Böyle bir müdahale için ciddi bir enformasyona gereksinim vardır. Çünkü aynı anda çok sayıda fiyat ayarlaması yapma (birinci en iyi kaynak dağılımını taklit edecek ÅŸekilde) uygulamada imkânsızdır. Sadece mal ve bireylerle ilgili bilgi deÄŸil, tüm fiyatlar ve tüm malların fiyat ve gelir esnekliklerin de tam olarak bilinmesi gerekir. Ayrıca fiyatlar, kamu ekonomisinin ürettiÄŸi mallarda olduÄŸu gibi tüm maliyet ve faydaları içermeyebilir. Yine müdahalenin sosyal amaçlarının varlığı (adalet saÄŸlama), gayesi etkinlik arttırma veya etkinlik kaybını azaltma olan Birinci En Ä°yi Teori’nin geçerliliÄŸini azaltır. Uygulamada en iyi olasılıkla parça parça fiyat düzenlemeleri yapılabileceÄŸinden böyle bir müdahale, iktisadi etkinlik kaybıyla sonuçlanır. Bu durumda en uygun çözüm, diÄŸer sektörlerde de fiyat, marjinal maliyet sapmasına izin vermektir (DurmuÅŸ, 2008: 65). Buna Ä°kinci En Ä°yi Teorisi denir.

​

Gelir Dağılımında Adalet Misyonu

​

Pigou (1920), Refah ekonomisi adlı çalışmasında Benthamcı fayda fonksiyonundan hareketle, toplumsal refah artışının ancak bireylerin refah artışı ile mümkün olabileceÄŸini bunun için de artan oranlı vergilemenin bireysel refah artışını saÄŸlayacağını belirtmiÅŸtir. Pigou, refah ekonomisi baÄŸlamında vergilere bir gelir dağılımı saÄŸlama misyonu yüklemiÅŸtir.

​

Neoklasik paradigmanın (Ortodoks-geleneksel) gelir vergisine bakışı refah iktisadı analizleri çerçevesinde iki dönem açısından incelenebilir.

​

Klasik refah iktisadı açısından, Neoklasik paradigma çerçevesinde geliÅŸtirilmiÅŸ sosyal refah fonksiyonları deÄŸer yargılarına dayanır ve etkinlik-adalet deÄŸiÅŸ-tokuÅŸunun azalan marjinal fayda prensibinde meydana gelmeyeceÄŸi ileri sürülür. Bu bakımdan klasik refah iktisadı temelli Neoklasik paradigma, artan oranlı gelir vergisini kabul eder. Klasik refah iktisadı temelli Neoklasik paradigmada artan oranlı vergilerin ihdası ve gelir dağılımı misyonu Pigou’nun “marjinal eÅŸit fedakarlık ilkesi”ne dayanır. Bu ilke vergi ve fayda kavramlarının birlikte matematikselleÅŸtirilmesine dayanır. Buna göre, her mükellefin ödediÄŸi verginin son lirasının neden olduÄŸu fayda kaybı herkes için eÅŸit olmalıdır. Fayda kaybının yani fedakarlığın hesaplanması faydanın ölçümüne baÄŸlıdır. Bu ÅŸekilde toplumda herkesin katlandığı marjinal fedakarlık eÅŸitlenebilirse, o zaman toplumun katlandığı fedakarlık da minimize edilmiÅŸ olur. Marjinal fedakarlığın eÅŸitlenebildiÄŸi vergi sistemi artan oranlı vergi sistemini ve gelir vergisi gibi dolaysız vergi türlerini gerektirir. Burada sosyal refah fonksiyonları deÄŸer yargılarına dayanır. Klasik refah iktisadının vergilemeye bakışı, azalan verimler yasasından hareketle, üst gelir gruplarından daha yüksek oranda vergi alınması yönündedir. Çünkü; üst gelir grubun marjinal gelire atfettiÄŸi marjinal fayda çok yüksek olmadığı için vergi dolayısıyla ortaya çıkan aşırı vergi yükünün sosyal refah üzerindeki azaltıcı etkisi daha düÅŸük olacaktır.

​

Yeni refah iktisadı temelli Neoklasik paradigma ise vergilerin, tercihlerde sapma yaratarak, etkinlik kaybına neden olduÄŸunu ifade etmektedir. Vergilerin etkinlik kaybını en aza indirecek vergileme arayışları optimal vergileme teorisi tarafından incelenir. Burada sosyal refah fonksiyonlarının objektif kriterlere göre tanımlanır. Yeni refah iktisadı, sadece Pareto optimal noktalar üzerinde olmak ve Kaldor-Hicks telafi kriterini saÄŸlamak koÅŸuluyla nötr vergileme ve nötr sübvansiyon uygulamalarına dayalı  gelir dağıtımını deÄŸiÅŸtiren politikaları önerir (Samuelson, 1947). Anlaşıldığı üzere, yeni refah iktisadı gelir vergisi ileri sürmez. Yeni refah iktisadı temelli Neoklasik paradigmaya göre, deÄŸer yargılarına dayanan sosyal refah fonksiyonları deÄŸil objektif kriterlerin olduÄŸu sosyal refah fonksiyonu kabul edilir (Albayrak, 2003). Pareto’ya dayanan yeni refah iktisadı gelir bölüÅŸümünün en adil biçimde serbest piyasada tarafların rızası ile gerçekleÅŸtiÄŸini kabul etmektedir. Burada tarafsızlık ilkesi gereÄŸi, etkinlik saÄŸlayıcı gelir vergisi üzerinde durulur. Gelir vergisine gelir dağılımı misyonu yüklenmez. Neoklasik paradigmaya göre gelir vergisi sapmasız olmalıdır.  Vergiler piyasa sinyallerini deÄŸiÅŸtirmemeli. Piyasa fiyatlarını ve ücretlerini istenmeyen yönde deÄŸiÅŸtirmemelidir. Aynı etkiyi yapacak ikinci en iyi teori belirlenmelidir. Motivasyonu azaltıcı etkisinin minimal olması gerekir. Vergiler insanları daha çok çalışmaktan, tasarruftan, yatırımdan, insiyatif almaktan caydırabilir. Söz konusu caydırıcılıkların minimum tutulması gerekir. Neoklasik paradigmaya göre, gelir vergisi etkinlik saÄŸlayabilir.

​

Kamu tercihi teorisi “eÅŸit oranda fedakarlık yaklaşımı” üzerinden düz oranlı vergilemeyi öngörür (Aktan, Dileyici & Saraç, 2007: 145). Bu yaklaşıma göre, mükelleflerden gelir ve serveti fazla olanların, az olanlara göre kamusal hizmetlerden daha fazla fayda saÄŸladıkları noktasından hareketle, gelirleri ve servetleri fazla olanlar az olanlara kıyasla daha fazla vergi vermelidirler. EÅŸit oranda fedakarlık yaklaşımına göre, her bir mükellefin gerçek vergi yükü, onun kendi gelirinden elde ettiÄŸi ekonomik fayda ile eÅŸ orantılı olmalıdır (Åžen ve SaÄŸbaÅŸ, 2017: 232). Ancak düÅŸük gelir gruplarında düz oranlı tarife artan oranlı tarifeden daha fazla artan oranlı durumdadır (Åžen ve SaÄŸbaÅŸ, 2017: 254). Bu maliyet göz ardı edilirse, düz oranlı tarifeye geçme, kaynak dağılımında etkinlik ve gelir dağılımında adalet fonksiyonları arasındaki seçimde kaynak dağılımında etkinliÄŸin seçilmesi anlamına gelmektedir. Verginin gelir dağılımında adalet saÄŸlama fonksiyonu ikincil düzeye düÅŸürülmektedir. Zira, Neoklasik paradigmaya göre, artan oranlı vergi uygulaması ile gelir dağılımında adalet amacına ulaşılabilir ancak bu durum refah kaybı ortaya çıkarır. Mirrless’e göre (1971), Artan oranlı vergiye karşı mükellefin göstereceÄŸi tepkiler sonucu ortaya çıkan vergi kaybı, verginin gelir dağılımı üzerinde meydana getireceÄŸi düzeltici etkinin topluma saÄŸlayacağı faydadan daha büyüktür. Kamu tercihi teorisine göre, gelir üzerinden alınan vergilerde artan oranlı tarifenin terkedilip düz oranlı tarifeye geçilmesi, kiÅŸisel gelirin yalnızca tüketilen kısmının düz oranlı vergiye tabi tutulması ve tasarruf edilen kısmının istisna konusu yapılması öngörülmektedir. DiÄŸer yandan kamu tercihi teorisi ikili gelir vergisi sistemine geçilmesi gerektiÄŸini belirtmektedir. Buna göre mobil haldeki sermaye gelirlerinin emek gelirlerine göre daha düÅŸük oranda vergilendirilmesi gerekmektedir. Ä°kili gelir vergisinden amaçlanan sermayenin ve ülkelerin uluslararası piyasalardaki rekabet güçlerinin korunması ve vergi tabanındaki aşınmanın önlenmesidir. Çünkü küreselleÅŸen dünyada sermaye kazançları, emek kazançlarına göre daha riskli hale gelmiÅŸtir.

​

Kaynak: Berkan Karagöz, Kamu Ekonomisinde Geleneksele DönüÅŸ, Ankara: Gece Kitaplığı Yayınları, 2020.

 

​

​


 

​

bottom of page